Almayın Türk’ün bedduâsını!

Büyük şâirimiz merhum Mehmet Âkif Ersoy, 20’nci yüzyılın ilk 20 yılı içinde başımıza gelen felâketler ve içine düştüğümüz fecî durum karşısında, biraz da isyâna sevkedici korku ile îmanından kuvvet alan ümit arasında bunalmış rûhuyla haykırıyordu:
“Yetmez mi mûsab olduğumuz bunca devâhî,
Ağzım kurusun yok musun ey adl-i İlâhî.”
Demek istiyordu ki, “Üzerimize isâbet eden bunca büyük belâ, evet taksîrâtımızdan, hatâlarımızdan, günahlarımızdan dolayı başımıza gelmiştir, fakat asırlarca dîn-i İslâm için mücâdele etmiş, savaşmış bir millet olarak daha fazlasına müstahak değiliz; ey yüce Allâh’ım, hür olarak yaşayabileceğimiz bir vatandan büsbütün mahrum kalmamız yâhut millet hâlinde tamâmen yok olmamız ihtimâli, her ne kadar çok büyük bir günah olduğunu düşünerek telâffuz etmekten korkuyor olsam da, bir âciz kulun olarak beni ’adâletin yok mu senin’ diye sormak zorunda bırakıyor. Adâletini tecellî ettir, bize yardım eyle yüce Allâh’ım!”
Evet, mü’min ve fakat muzdarib bir rûhun milleti adına yaptığı bir duâ idi bu…
Bir millet lehine yapılan duâ, aynı zamanda o milleti vatansız bırakmak ve hattâ yok etmek gâyesiyle ona saldıranlar aleyhine bir bedduâ hükmündedir elbet…
Âkif’in Türk Milleti’nin evlâdı sıfatıyle Türk Milleti lehine yaptığı duâ, aynı zamanda Yunan, İngiliz, Fransız ve İtalyanlar aleyhine yapılmış bir bedduâ olarak ind-i İlâhîde kabul gördü; savaşın netîcesi bizim için zafer, onlar için hüsran oldu.
Yüce Allah’tan dilerim ki ezelden beri işleyen bir kural, ebediyete kadar geçerli olur.
Evet, Türk’e kefen biçenin ölümü korkunç olur!

***

Bugün için o milletlerin orduları tarafından girişilmiş bir istilâ ve işgal saldırısına uğramış durumda değiliz.
Fakat, ben diyeyim onların uzantıları, siz deyin tohumları boy gösteriyor, soy gösteriyor, huy gösteriyor.
Kimilerinin hâlâ “yüzde on” dediği, bence yüzde on beşi bulmuş olan hâin kontenjanı yüzde yüz kapasiteyle tam mesâi hâlinde.
Devletimizi Türk devleti, vatanımızı Türk vatanı olmaktan çıkarmak için, her türlü şirretliği yapıyor, her türlü melâneti işliyorlar.
Ellerinde büyük imkânlar var; bol miktarda paraları var, gazeteleri-televizyonları var, vakıfları, dernekleri, partileri var, artistleri, şarkıcıları, modacıları var, bürokrasinin önemli mevkilerinde kıravatlı-apoletli elemanları var.
Bütün bunların üzerinde olmak üzere en büyük avantajları ise bizden birileri gibi görünebilmeleri.
Apartmanımızdalar, sokağımızdalar, okulumuzda, câmimizde, kışlamızdalar, fabrikamızda, kahvehânemizde, meyhânemizdeler.
İsimleri, Mehmet, Hüseyin, İsmet, Celal, Süleyman, Bülent, Hakan, Oğuzhan, Turgut, Recep, Abdullah, Ayşe, Hatice, Cemile, Aysel, Emine, Zeynep, Yasemin… v.s.
Hangi ismi taşırlarsa taşısınlar, hangi servetin sâhibi olurlarsa olsunlar, hangi önemli mevkide bulunurlarsa bulunsunlar, bütün Türk düşmanlarının Türk’ün sâdece öfkesinden, tokadından, yumruğundan değil, âhından, bedduâsından da korkmaları gerekir!
Türk’ün bedduâsını alan iflâh olmaz.
Kiminin yediği-içtiği zehir-zıkkım olur, âniden kalbi durur…
Kimi film çevirmek yâhut konser vermek için gittiği ülkeden dönemez; kanser olur, ölür gider…
Türk’ün bedduâsı tehlikelidir vesselâm

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *