Bir Şiir ve Ötesi

Önce aşağıdaki şiiri okuyalım:

Vatan !

Vatan,
Antalya`da bir mavi su,
Posof`ta bir çorak tarla,
Gümüşhane`de bir yemyeşil bahçedir.

Vatan,
Sivas yaylasında
Yıldız bakışlarıyla aydınlanan
Ipıssız bir gecedir.

Vatan,
Kelkit`te bir kardeş mezarı,
Zonguldak`ta bir maden işçisi,
Rize`de çay toplayan bir gelin
Ve seccâdesinde namaz kılan bir ihtiyar annedir.

Vatan,
Aydın tebessümüyle Aslıhan
Ve duru bakışlarıyla Emine`dir.

Vatan,
Ceylânpınar`da bir ince ceylân,
Edirne`de bir ince minaredir.

Vatan,
Hudut boylarında dalgalanan
Güzel bayrağımızda
Hare hâredir.

Vatan,
Küçük ellerinin avuçladığı
Sâde bir toprak parçası değil çocuğum,
Toprakla büyüyen bir kutsal düşüncedir.

Nurettin Özdemir

 

Onu İLESAM’da oluşturduğu saygı halesi içinde tanıdım. Seksenli yıllardaki yaşına rağmen çok şey hatırlayan ve hatırlatmaya çalışan bir evecenlikteydi. Umur görmüş, ömür sürmüş ve pek çok ünlü isimle birlikte her anını hissede hissede yaşamıştı.

Yukarıya aldığım ve ilköğretim yedinci sınıflara ait Türkçe kitabında İstiklal Marşı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nin ardından yer alan Vatan şiiri onu ziyadesiyle mutlu kılmıştı. Sağlığında böyle bir şerefle gönenmek elbette az şey değildi.

Nurettin Özdemir, hayatı roman denilecek ender kişilerden biridir.

Bereket ki, yaşadıklarını çok dar bir dertleşme çevresine söyleşirken anlatmanın yanı sıra yazmayı da ihmal etmemektedir.

Acılarla dolu hayatında mutluluklar da azımsanmayacak ölçüdedir.

1946 yılında Türkiye’de mevcut 18 liseden biri olan Trabzon Lisesi’nin son sınıfından eline mecburi tasdikname verilir. Suçu, devrin hükümetine demokrasi konusunda telgraf ve mektupla hoşa gitmeyen taleplerde bulunmasıdır.

Kendisine Kelkitli öncü siyasiler sahip çıkar, Aydın Doğan’ın ağabeyi ile birlikte İstanbul Haydarpaşa Lisesi’ne olaylı bir şekilde kaydı yapılır. Kayıt esnasında Okul Müdürüne söz verdiği gibi sınıfını iftiharla bitirir.

Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra Erzincan’da avukatlık yapmaya başlar. Geniş bir çevre edinir. Erzincan’da askerliğini yapmakta olan İzmirli devrimci şair Atilla İlhan’a sahip çıkar, onun Atatürk hakkındaki arkadaşlarına ters olumlu düşünceler taşımasına sebep olur.

Gümüşhane’den 1960 yılı sonunda CHP’den kendisiyle birlikte yedi milletvekili çıkmasını sağlar. Otuz iki yaşındadır. İsmet İnönü’nün belleğinde ve dostluğunda yer alır.

27 Mayıs İhtilalinde yedek subaydır. Genel Kurmay’da Süleyman Demirel’i askeri hukuk müşaviri kimliğiyle badirelerden kurtarır.

İhtilal sonrası İnönü’nün Başbakanlığı’nda kurulan CHP-AP Hükümetinin kurulmasına tek muhalif kişi olarak ortaya çıkar. Fakat daha sonra Kayseri Cezaevi’ndeki DP’lilerin ortak hükümetin altıncı ayının sonunda affedilmeleri konusu gündeme gelince karşı çıkan arkadaşlarına sitem edip olumlu oy kullanılması yönünde ikna etmeye çalışır.

Hele Mehmet Turgut’a CHP’lilerin sataşması olunca, onu muhalif parti üyesidir demeden cesaretle savunur:

“Mehmet Turgut’a İsmet Paşa’yı sevmiyor, CHP’yi sevmiyor diyebilirsiniz. Fakat vatansever değildir, hırsızdır diye asla söyleyemezsiniz. Ben ona kefilim!.”

İdris Yamantürk’ün kurduğu Gür-İş şirketinin nizamnamesini getirtip şom ağızlıların önüne koyarak MehmetTurgut’un ilişkisinin olmadığını ispatlar.

İsmet Paşa onun için şöyle seslenir:

“İşte haysiyet sahibi bir adam!”

Milletvekilliği süresince İsmet Paşa ile kurduğu sıcak ilişkiler birden bozulur. Bu duruma bir anlam veremez. Aylar sonra dertleştiği arkadaşlarından kendisini kıskananların İsmet Paşa’ya eş ve çocuklarını yanına aldırmadan Ankara’da yalnız kaldığını gammazladıklarını öğrenir.

İsmet Paşa evcimen bir adamdır ve bu özelliğe sahip olmayan kişinin onun nazarında değeri yoktur.

Artık sebep keşfedilmiş, sıra aynı yoldan tekrar ilişkilerin onarılmasına gelmiştir.

Hemen İnönü’nün Dostlar Sitesi’nde kaldığı eve yakın bir daire tutulup Tarman’ların sayesinde döşenir; Erzincan’da Şeker Fabrikası’nda müdür olan kardeşi Ethem’in yanındaki eşine iki küçük çocuğu yanına alıp diğer iki büyük çocuğu kardeşinde bırakarak Ankara’ya gelmesi için haber verir.

Bir şekilde lideri İsmet Paşa’dan randevu talep eder, ama alamaz. Meclis içinde karşılaştıklarında İsmet Paşa niçin görüşme talep ettiğini sorar. Ona şu siyasi cevabı verir:

“Paşam, ellerinizden öperler, iki küçük oğlum, bana her akşam ne zaman bizi Paşa’ya götüreceksin diye sorup dururlar. Bunun için izninizi istirham edecektim.”

İsmet Paşa şaşırır:

“Yahu senin eşin ve çocukların memleketinde değil mi?”

“Hayır, efendim size bir apartman ötede oturuyoruz!”

İsmet Paşa’nın yüz vermez tutumu böylece tekrar değişir ve Nurettin Özdemir, Paşa’nın ailesi içinden biri olmaya yeniden hak kazanır. Birlikte briç oynar, az buçuk demlenirler.

İsmet Paşa’nın geçtiğimiz yıl 36. sı yapılan her ölüm yıl dönümü mevlidinde mutlaka yer alır. Paşa ile ilgili özel hatıralarını 92 dakikalık bir kayıtla Genel Kurmay Arşivine teslim eder.

Nurettin Özdemir, Rize denince içi cızırdayan bir yapıdadır. Çünkü 1975 yılında Rize’den Tuncay Mataracı tarafından aranır, kardeşi İyidere Çay Fabrikası Müdürü Ethem Özdemir’in bir acemi şoförün kullanmaya kalkıştığı bir kamyonun altında kaldığının acı haberini verir.

Kelkit’ten Rize’ye binler üşüşür, Rize’den Kelkit’e binler dönüşür. Kelkitliler cenaze için gelen binden fazla Rizeliyi bir gece misafir ederler.

Evet, o yüzden “vatan, Kelkit’te bir kardeş mezarı”dır. “Rize’de çay toplayan bir gelin”dir.

İki yaşında babasız kalan yeğenini uzaktan bir oğluna takip ettirir. Almanya’ya evlenerek giden gelinlerini rahatsız etmeden yeğeni ile bir oğlunun devamlı temasta olmasını sağlar, onun Almanya’daki kültür çatışmasından yara almamasını gözetir.

Gelinleri hastalanıp Adana’ya gelince yine onun çevresindedirler. Cenazesine maal aile katılırlar. Yeğeninin üvey babasına ve dayılarına 16 yaşındaki çocuğu serbest bırakmalarını, kendi seçimini kendisinin yapmasına imkan tanımalarını, şayet kendi tarafını seçerse çocuğu okutacağını söyler. Bir müddet sonra kardeşinin tek yadigarı ve hatırası olan yeğeni amca tarafını seçer ve böylece aileye katılır. Şimdi Ankara’da başarılı avukatlardan biridir. Böyle bir sonucu adeta ilmik ilmik dokuyarak elde edebilmiş olmanın mutluluğu, anlatış anında gözlerine yansımaktadır.

Nurettin Özdemir’i daha çok dinleyecektik. Yazık ki Ankara’nın yağışlı kışında İLESAM’ın bulunduğu bölgede elektrikler kesilmişti. Cep telefonlarının aydınlattığı katların merdivenlerinden birlikte inip Balgat dolmuşlarının olduğu yere kadar birlikte yürüdük. Islak zeminde sağ elinde tuttuğu bastonuna dayanıyor, herhangi bir kaymaya karşı sol elinden tutmama itiraz etmiyordu. Onu kendisini tanıyan dolmuşçularla Dostlar Sitesi’ne doğru uğurladım.

O anlattıklarından dolayı bazen gözü yaşararak rahatlamış, mutlu olmuştu; ben de dinlediklerimden dolayı milletimizdeki cevherden ümitlenmiş, böylece yeni bir iman tazelemiştim.

Hasmı için bile adil olabilen böyle deryadil insanlarımız var oldukça Bilge Kağan gibi haykırmak hakkımız olabilir:

“Ey Türk budunu, beğleri, işitin: Üstte mavi gök basmadıkça, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini(devletini), töreni(kültürünü) kim bozabilir? Titre ve kendine dön!”

Selam ve saygılarımla…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *