Değişmeyen ruh

Fransa’nın başkenti Paris’de bölücü terör örgütü PKK’nın önemli “üst düzey “elemanları arasında yer alan üç kadın militan öldürülmüş… Bırakın “Türk medyası” demeyi “Türkiye medyası” demekte bile zorlandığımız mâlûm medyanın günlerdir “en önemli olay” olarak gündemde tuttuğu konu bu!
Sayfalarda sütunlar dolusu yorumlar, ekranlarda saatlerce süren programlar.
Bendeniz bu yazımda henüz her yönüyle aydınlanmamış durumdaki olayın kendisi hakkında spekülasyon yapmaktansa, bu olay vesilesiyle belli çevrelerin segilediği tutum ve o tutumun arka planındaki zihniyet ve o zihniyetin derûnudaki ruh üzerinde durmak istiyorum.
Elbette herhangi bir vatandaşın, hattâ dünyâ üzerinde yaşayan herhangi bir insanın öldürülmesi, dünyâ görüşünüz, dîniniz, mezhebiniz farklı olsa da, kelimenin müsbet anlamı ile insan karakteri taşıyan her insana en azından hüzün verir.
Milletine veya insanlığa büyük hizmeti geçmiş ’yüce’insanların cinâyete kurban gitmesine herhangi bir insanın öldürülmesinden daha fazla üzülmek, o tip cinâyetler üzerinde daha fazla konuşup yazmak da gâyet tabiîdir.
Fakat cinâyetler karşısında köşe başlarını dönme-devşirme-bölücü takımının tuttuğu medya kesiminin tutumu, hiç de öyle insânî değil.
Tamamiyle ideolojik, siyâsî-ekonomik menfaat hesaplarına dayalı, avâmî ifâdesiyle nalıncı keseri gibi hep kendine yontan bir zihniyetle konuşup yazıyorlar.
“Uluslar arası”, daha doğrusu kendilerini “uluslar üstü” gören şer odaklarının, özellikle “Şeytan Üçgeni” diye tanımladığımız şer ittifakının Türkiye’deki fonksiyonel izdüşümü konumunda olan ve ülkemizin sadece medya yapısı içinde değil siyâsî kadroları, sözüm ona “yüksek” bürokrasisi, ekonomi sektörleri ve sinema, tiyatro, müzik gibi kendilerine bol para ve şöhret getiren “aktivite alanları “içinde de “dominant”, hatta “ayrıcalıklı” konumda bulunan dönme-devşirme-bölücü üçlüsü, ne zaman kendi çevrelerinden biri veya birileri öldürülse, âdetâ kıyâmeti koparıyorlar.
Kendilerinden olmayan birinin yâhut birilerinin cinâyete kurban gitmesi hâlinde ise, olayı “zevâhiri kurtarmak” bâbında haber yapıyor, kendi hesaplarına, menfaatlerine ve tabiî ki canlarına zarar verecek gelişmelere yol açmaması ekseninde bir anlayışla kısaca yorumluyor, aradan az bir zaman geçince ise sanki o olay veya olaylar hiç yaşanmamış gibi davranıyorlar.
Sâdece son olayın değil, onlarca yıldır yaşanan çok sayıda olayın sonrasında aynı tutumu sergileyen o gürûha hâkim olan ruh, Batı nazarında insan ve soykırım anlayışını ele aldığımız yazılarda işâret ettiğimiz “kendi kültür çevresinden olmayanı insan saymayan” marazî rûhun ta kendisidir; yâni bizdeki Batıcılar nezdindeki yansımasıdır.
O rûhun yansımalarına yalnız cinâyetlerle iligili olarak değil, diğer mağdûriyetler bakımından da defâlarca şâhit olmuşuzdur.
Meselâ Nâzım Hikmet’in Türkiye’den Rusya’ya kaçarak orada ölmesi, onlara göre Türkiye Cumhûriyeti için bir yüz karasıdır, fakat İstiklâl Marşımızın şâiri Mehmet Akif’in Mısır’a gitmek mecbûriyetini duyması ve orada on bir yıl yaşamış olması gurbet romantizmine düşkünlüğündendir!
Meselâ gazeteci ve Milliyet gazetesinin başyazarı Abdi İpekçi’nin öldürülmesi bu devlet ve toplum için bir nâmus lekesidir fakat Ortadoğu gazetesinin milliyetçi-ülkücü başyazarı İsmail Gerçeksöz’ün öldürülmesi sıradan bir cinâyettir. Abdi İpekçi onlarca caddeye, parka, spor salonuna adı verilerek mânen yaşatılması gereken çok önemli bir kişidir, İsmail Gerçeksöz ise ölüm yıl dönümlerinde bile adını anmaya değmez, sıradan(!) biridir!
Meselâ Türk milliyetçisi Avukat Kemal Kerinçsiz’in beş yıldır içeride olması hukuk devleti olmanın gereğidir fakat KCK’lı avukatların tutuklu olarak yargılanmaları insan hakları ihlâlidir!
Sâhip çıktıklarını hepsi de gerçekten seviyor olsalar bâri!
Çoğunun yaptığı, hesapları ve menfaatleri gereğince maktûl ve mağdur sömürücülüğünden ibâret.

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *