Eden bulur, bölenler bölünür!

İsterseniz, önce hâlâ gündemden düşmeyen bir soruyu sorarak ve cevâbını vererek söze başlayalım.
Taksim’deki Gezi Parkı’nda küçük bir gurubun toplanması ve çadırlar kurarak -yapılan ilk açıklamalara göre- oradaki ağaçların sökülmesi ve Topçu Kışlası’nın ihyâ edilerek AVM yapılmasına karşı direnişe geçmesiyle başlayan, daha sonra ülkenin diğer şehirlerine de gösteri ve yürüyüşler şeklinde sirâyet eden sürece “siyâsî olay” mı diyeceğiz, “sosyal olay” mı diyeceğiz?
Siyâsî iktidârı teyakkuza geçiren, emniyet teşkilâtını en az yirmi gün süreyle birinci derecede meşgul eden ve son safhada jandarmanın da duruma müdâhil olmasına yol açan bu süreci doğru analiz ettiğimizde, şu sonucu çıkarabiliriz:
Ülkede biriken sosyal basınç potansiyeli, birileri tarafından hem siyâsî hem ekonomik amaçlarına uygun olarak kinetik enerjiye dönüştürülmüştür. Kısacası yaşanan süreç ne sâdece siyâsîdir, ne sâdece sosyaldir; her iki özellik birbiriyle kaynaşmış durumdadır.

***

Bu sürecin AKP iktidârını Gezi Parkı’nda ilk olarak bir araya gelenlerin de ummadığı kadar sarstığı, sendelettiği bir gerçektir. İktidârın başı Recep Tayyip Erdoğan’ın devlet adamlığıyla bağdaştırılması mümkün olmayan, ancak kendisine atfedilen tıbbî rahatsızlıkla birlikte düşünüldüğünde tabiî karşılanabilecek asabiyeti, “Yüzde elliyi evlerinde zor tutuyorum” diyerek, aslında büyük bir korkuya kapıldığını gizlemek için kullandığı hem küçümseyici hem tehditkâr uslûp, sonra bunu isterse gerçekten yapabileceğini göstermek için oraya buraya gelişini-gidişini bahâne ederek taraftarlarını sokaklara indirmesi, meydanlara toplaması, Kazlıçeşme Mitingine MHP bayrakları getirtmesi ve “MHP’li kardeşlerimi de selamlıyorum” diyerek gûyâ MHP tabanının kendisinin yanında yer almaya başladığı imajını vermek istemesi fakat bunun toplum genelinde düpedüz bir “âcizlik belirtisi” olarak algılandığını anlayınca emrindeki propaganda unsurlarını harekete geçirerek “Üç Hilâl, Osmanlı bayrağıdır” diye durumu tevil etmeye çalışması; bütün bunlar, olayların ülke çapında yaygınlaşmaya başlamasının kendisini büyük bir endişeye ve hattâ paniğe sevketiğinin açık işâretleridir .
Sürecin daha ilk günlerinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün olaylarla ilgili olarak “Mesaj alınmıştır” diyerek muhâlif seslerin kaale alınması gerektiğini îma etmesi, îtidal ve suhûletle hareket telkininde bulunması, iktidârın başını ve yakın çevresini fevkalâde kızdırmıştır. Üstelik Gül’ün bununla da yetinmeyip “Demokrasi sandıktan ibâret değildir” demesi, hem iktidârın başını “göstericileri temsil ettiği” söylenen bir heyetle görüşmeye zorlamış, hem kendisine siyâsî mânâda “Recep perest” denecek kadar bağlı olanlar nezdinde “Çankaya tarafından hançerlenmek” şeklinde öfke ve hattâ kin yansıtan ifâdelerle yorumlanmıştır.
Diğer taraftan AKP iktidârının önemli isimlerinden Bülent Arınç’ın hem bakanlıktan hem partiden istifâ ettiğinin, bu istifâ keyfiyetinin kamuoyuna açıklanmasının ancak Cumhurbaşkanı Gül’ün duruma müdâhil olarak Arınç’ı iknâ etmasiyle son anda önlenebildiğinin -Arınç’ın kendisi tarafından da yalanmasına rağmen- çevremizdeki AKP’lilerle yaptığımız konuşmalarda doğrulanması, “Eden bulur” kuralının “Bölenler bölünür” esprisi içinde kendileri bakımından da işleyeceğini, AKP’nin bir yol ayırımına doğru gittiğini göstermektedir.

***

Can ve mal kayıplarını, kendi hâlinde hayat kavgası veren insanlarımıza verdiği sıkıntıları elbette ayrı tutarak söylüyorum ki, AKP’ye muhâlif bir hukukçu-gazeteci olarak, söz konusu sürecin siyâsî sonuçlarından büyük ölçüde memnunum. Fakat bu sürecin başlatılmasına dayanak yapılan “gerekçe”den ve bu süreci son derece sinsî bir ustalıkla tetiklemiş olması muhtemel “güç odakları”ndan hoşnut değilim.
Bâzıları tarafından “paradoks” olarak görülebilecek bu durumun açıklaması ise, başlı başına bir yazı konusu…

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *