Erdoğan ne kadar “Başbakan”?

Toplumların “Devlet benim!” zihniyetiyle yönetildiği mutlak monarşiler dönemi çok gerilerde kaldı. Modern devletlerin belli başlı özelliklerinden birisi, ister başkanlık sisteminde cumhurbaşkanı, ister parlamenter sistemde başbakan sıfatını taşısın, tek bir şahsın devlet iktidârını tam olarak ele geçirmesine izin verilmemesidir.
Batı dünyâsında 1215 yılında Magna Carta’nın îlânıyla başlayıp 1789 Fransız İhtilâli ile gelişen ve günümüze kadar devam eden sürecin özü; tek adamın mutlak hâkimiyetinin kitâbî bakımdan bütün yurttaşlar, reel politik bakımından ise büyük para yâhut malvarlığına sahip ‘birileri’ lehine sınırlandırılmasından ibarettir.
İşbu iktidar sınırlaması, elbette ki sâdece krallar-pâdişahlar aleyhine değil, az-çok farklı sistemler içinde devleti yönetmek üzere iş başına gelen hükûmetler aleyhine de vâkidir.
“Kuvvetler ayrılığı” adı altında devlet iktidârının siyâseten ve hukûken -tâbir yerindeyse- parçalanması, söz konusu iktidar sınırlamasının kâğıt üzerinde kalmamasını, fiilen işlerlik kazanmasını teminat altına almak içindir.

***

Bu tesbitler temelinde Başbakan Erdoğan’ın durumuna bakalım:
Başında bulunduğu parti, birbirini izleyen üç genel seçimde oylarını artırarak ve sonuncusunda neredeyse yüzde 50’yi bularak tek başına iktidar oldu. Partisinin aldığı oyun en az yüzde 80’inin kendi ‘karizmasının’ eseri olduğundan o kadar emindi ki, sözleriyle değil ve fakat tutum ve davranışlarıyla ‘demokrasi oyunu’ndan ‘mutlak iktidar’ kazanmış ’tek adam’ olma hevesine kapıldı. Gâlibâ, “Tarihte bunu başarabilenler var, ben de başarabilirim” diye düşündü.
Peki, gerçek durum nedir?
Gerçek durum, partisinin aldığı oy yüzdesinin ulaşabileceği en yüksek seviyeye ulaştığı ve tabiatiyle nefsine hayranlığının anormal ölçüde arttığı bu son “ustalık” döneminde, hem îtibârının hem iktidârının hızla artan bir ivme ile aşağılara doğru çekildiğidir.
Bir Başbakan düşünün ki, “NATO’nun Libya’da ne işi var? Biz buna kesinlikle karşı çıkarız ve Türkiye olarak veto ederiz” meâlinde konuşuyor; bir bakıyorsunuz, donanma Libya açıklarında mevzi almış, üstelik NATO’nun Libya harekâtının merkez üssü İzmir olmuş!
“Dokuz insanımızı hunharca katleden İsrâil özür dileyip tazminat ödemedikçe…” diye başlayan harâretli nutuklar çamura düşerek sönmüş izmarit derekesinde kalmış; ne özür var ne tazminat, üstelik aradan geçen zaman zarfında İsrâil’le yapılan ticaret ihrâcat ve ithâlat bazında yüzde 25-35 nisbetinde artmış.
Bir Başbakan düşünün ki, düne kadar sarmaş dolaş kardeşlik görüntüleri sergilediği Beşar Esad’la kanlı-bıçaklı düşman hâline gelmiş, ülkemizi gereksiz yere halkı Müslüman olan bir ülke ile savaşın eşiğine getirmiş; bu yüzden sâdece muhâliflerinin tepkisini çekmekle kalmamış, kendisini seven, sayan çok sayıda vatandaş nezdinde büyük bir îtibar kaybına uğramış.
Bir Başbakan düşünün ki, Reuters Ajansı’nın Patriotların Türkiye’ye yerleştirileceğine dâir haberi sorulduğunda meâlen “Buna ihtiyaç duyup talep konusunda karar verecek olan merci biziz; biz böyle bir karar verip talepte bulunmuş değiliz, birileri işlerine geldiği gibi uydurup bir şeyler yazıyorlar” cevâbını veriyor; ertesi gün kendisine bağlı Dışişleri Bakanlığı, aslında ABD ve İsrâilîn ihtiyaç duyup ülkemize yerleştirilmesini istediği anlaşılan Patriotlar için resmî talepte bulunuyor. Demek ki defâlarca “Ben Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanıyım” diyen Erdoğan’a o görevi verenler, gerektiğinde O’na “Eşbaşkan” ne kelime, “Peşbaşkan” statüsünü bile çok görüyorlar. Başbakan ve hükümet yetkilileri sıcak savaş ihtimâlini artıran bu Patriotların yol açtığı tepkileri yatıştırmak için “Patriotların kumandası bizim elimizde olacak” diyorlar, üzerinden bir gün bile geçmeden NATO yetkilileri tarafından aksi yönde açıklamalar yapılıyor; nitekim Patriotların nerelere yerleştirileceğine bile dışarıdan birileri gelip karar veriyor! Bu gelişmeler sâdece Sûriye’yi değil tabiatiyle Rusya ve İran’ı da endişe ve öfkeye sevk ediyor. Adamlar doğalgaz vanalarını kısıverseler, millet soğuktan donacak, elektrikler yanmayacak, karanlığa gömüleceğiz.
Bir Başbakan düşünün ki, kendi iktidârı döneminde Kara Kuvvetleri Komutanı olmuş, kendi imzasıyla Genel Kurmay Başkanlığı’na tayin edilmiş, görev süresi dolunca emekliye ayrılıp köşesine çekilmiş bir Orgeneral “darbeci” suçlamasıyla tutuklanıp hapse atılınca, tutuksuz yargılanmasının uygun olacağını söylüyor; o orgeneral içeriden çıkamadığı gibi, kendi tâlimatıyla Oslo müzâkerelerini yürütmüş olan MİT Müsteşarı için de tutuklanma riski ortaya çıkıyor, bunun önüne alelacele kânun çıkarılarak ancak geçilebiliyor.
Gelecek yazımda bu son konu üzerinde durmak ümidiyle soruyorum:
“Tek adam” hayâli şurada kalsın; Erdoğan şimdiki statü içinde ne kadar Başbakan?

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *