Gerekçe, hareket ve hedef

Siyâsî iktidâra yönelik olarak çok önemli statüye sâhip bir kişi veyâ belirli bir toplum kesimi tarafından başlatılan bir hareketi bütün topluma benimsetmek için açıklanan gerekçe, o hareketi değerlendirmek bakımından elbette önemlidir fakat bâzan yeterli olmayabileceği gibi üstelik aldatıcı da olabilir.
2007 yılındaki şu mâlûm 27 Nîsan
E-Muhtırası’nın kâğıt üzerindeki gerekçesi neydi?
Millî devleti, üniter yapıyı, laik cumhûriyeti korumak!
Fakat bu muhtıranın yayınlanmasındaki asıl sâikin kamuoyu nezdinde AKP yöneticilerine “demokrasi kahramanları” pâyesi kazandırıp daha çok sayıda muhâfazakâr seçmenin AKP’ye yönelmesini sağlamak, Türk Ordusu ve Devleti’ne karşı “darbeyi önleme, darbecileri tasfiye ve cezâlandırma” kılıfı altında- zamâna yayılarak yürütülecek “sivil etiketli” ve “örtülü darbe süreci”ni fiilen tetiklemek ve yapılacak olanlara uygun zemin hazırlamak olduğu, o sürecin işleyişi içinde ortaya çıktı. Muhtırayı verenle iktidârın başı arasında cereyan eden Dolmabahçe buluşmasında varıldığı söylenen mutâbakatın aslında NATO kurmayları tarafından çok önceden kurgulanmış planın üzerine çekilmiş bir örtüden ibâret olduğu, bugün daha net görülebiliyor.
Yıllardır “Türk Ordusu’nun siyâsî ve hukûkî bakımdan gücünü, îtibarını kırarak uluslar arası-küresel sermâyenin önündeki en büyük millî engeli bertaraf etme projesinin asıl sâhibi ve uygulayıcıları Erdoğan ve avenesi değil NATO generalleridir” derken bana kızan arkadaşlar, şimdilerde “Haklıymışsın” demeye başladılar.

***

On ikinci yılındaki AKP iktidârında aslında toplum tarafından Gezi Parkı direnişinden çok daha fazla katılımla ve çok daha ciddî tepkilerle karşılanması ve iktidâra geri adım attırılması gereken nice işler yapıldı. Meselâ:
* AB’ye üye olmadığımız halde Anayasa’nın onlarca maddesinde -sanki üye olmuşuz gibi- “AB üyeliğinin gerektirdiği haller hâriç” ibâresinin yer aldığı değişiklikler yapılarak, devletin egemenliği önemli ölçüde Avrupa Konseyi’nin yönetim
koltuklarında oturan bir avuç masona devredildi.
* Vatan topralarının tapusuyla yabancılara satışını mümkün kılan kânun çıkarıldı. Cumhûriyet’in 60-70 yıllık iktisâdî yatırım ve birikimleri “özelleştirme” kılıfı altında büyük ölçüde yabancılaştırıldı.
* Bankaların bile çoğu yabancıların eline geçti. Azınlık vakıflarına bundan on-on beş yıl önce kendilerinin bile hayal edemeyeceği imkânlar sağlandı, korkunç miktarda servetler bahşedildi.
* Bölücü PKK terör örgütünün ve onu destekleyen dış güçlerin emellerini meşrûlaştırıcı ve hedeflerine ulaşmalarını kolaylaştırıcı siyâsî ve hukûkî adımlar atıldı. 2002’de Diyarbakır meydanında beş bin kişiyi bile toplayamayan PKK’ya istediği zaman beş yüz bin hattâ bir milyon kişiyi toplayabilecek kadar büyük bir halk tabanı kazandırıldı.
Bütün bunlara karşı Meclis’deki muhâlefet partileri CHP ve MHP’den sokaklara, meydanlara yansıyan ciddi bir direniş ve tepki gelmediği gibi, Türk Ocakları gibi, Ülkü Ocakları gibi, Aydınlar Ocağı gibi sivil toplum kuruluşlarından da kayda değer bir ses yükselmedi. Hangi güçse, nasıl bir güçse, bütün bunlar olurken alev alev parlaması gereken tüm ocakların üstüne sanki su dökmüştü!
Ülkenin aydınları, “üzerine ölü toprağı serpilmiş” görüntüsü veren toplumun bu tepkisizliği karşısında kahrolurken, Gezi Parkı direnişiyle yaygınlaşan eylemler onların bir kısmına karanlığın içinden yükselen şafak ışıkları gibi göründü. Fakat televizyonlara çıkıp eylemcileri temsil iddiâsında olan tiplerin, “Boğaz’a yeni köprü istemiyoruz, üçüncü havaalanına karşıyız, Kanal İstanbul projesinden vazgeçin” gibi talepler ileri sürmeleri ve bu projelerin hiç değilse ikisinden rahatsız olan dış güçlerin varlığının bilinmesi, eylemcilerin ilk günlerde topladığı sempatiyi alerjiye çevirdi.
Son söz: Evet zaman hareket zamânı fakat daha millî, daha hayâtî gerekçelerle, daha ciddî ve daha büyük hedefler için!

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *