İlerliyoruz, Gelişme Var…

Yarım asrı aşan ömrümde hep duya gelmişimdir:

Ülkemiz en karanlık, buhranlı günlerindedir. Üstümüzdeki kara bulutlar tarihin hiçbir döneminde bu kadar yoğun olmamıştır. Tehditler, belalar, gaflet ve ihanetler gemi azıya almıştır, vs…

Şimdi konuşan ağızlar değişmiş, kimlikler ve taraflar yer değiştirmiş; aynı sözler yine söylenmeye devam edilmektedir.

Maalesef ayarı kaçık, dengeden uzak, ifratla tefrit arasında salınan bir haleti ruhiyenin azat kabul etmez köleleri gibiyiz.

Bir zamanlar Namık Kemal, milletinin iyiliğine yönelik işaretleri görmek, kaybedişlerinin durduğunu, kazanmaya başlayacağını ve başladığını fark etmek ve hab-ı gafletten ayıldığına kanaat getirmek ümidiyle çabalamış, çok yoğun şekilde yaşadığı duygu tufanını şöyle ifade etmiştir:

Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi,
Yazılsın seng-i kabrime vatan mahzun ben mahzun!

Şairin mezar taşına yazılmasa da milletimizin şaşmaz hafızasına bu tuhaf durum silinmemek üzere kazınmıştır.

Bahar gelmeyecek mi? Vuslat yine bir başka bahara mı kalacaktır? Ye`is ile ümit barışamayacak mı? Bunları beynini burgular delercesine düşünmek zorundayız!

Göstergelerin somut olanlarından hayırlı işaretler okuyamıyoruz. Rakam cambazlıkları kimseyi tatmin etmiyor. Artış oranlarının, yahut azalış eğilimlerinin hangi niyetle okunursa o tarzda bir anlam yükleneceğini vasat insanlarımız da anlamış durumdadır. Çapraz kıyaslamalar, iç-dış karşılaştırmalardan seçkiler, kötüyü gösterip ehven-i şere rıza duyurmalar, olmayan tehlikelerle oyalamalar sadre şifa olmamaktadır.

Ama buna rağmen soyut göstergelerden çok iyi işaretler alabilmekteyiz. Ümitlenmeyelim mi?

Canım Türkiye`mde dün darbe girişimleri fısıltı ile ancak çok güvenilir insanlar arasında konuşulabilirdi. Bugün kaç tekmil darbeyi nasıl bertaraf ettiğimizi, bu çeşit hazırlık içinde olanları nasıl kahredeceğimizi yüksek sesle haykırabiliyoruz. Bu az gelişme mi?

Dünün Türkiye`sinde milli iradenin yegane tecelligahi olan TBMM`de görüşülmekte olan kanun tasarıları bilinmeyen bir askeri mahfilden açılan telefon ile derhal değiştirilir veya sümen altı edilirdi. Bugün ise sabahın erken saatlerinde iki önemli rütbedeki askerin randevusuz meclis grubu ziyaretleri ile dahi sonuç alınamamaktadır. Ne hikmetse dün kimin telefonla asker görüşünü ilettiği gizli kalırdı, bugün de omuzlarındaki rütbeleri okunan kişilerin adlarını sormak kimsenin aklına gelmez, gelmiyor. Kaale alınmadıklarına göre epey ilerleme kaydetmiş değil miyiz?

Dün bir söylenti ile meydanlarda kuru ve yaş kalabalıklar anında toplanabilirdi. Bugün ancak starların, davul zurnaların ve belirli kamberlerin davetkar varlığıyla halkımız bir araya gelebilmektedir. Dağılmak için yönetenlerin çaba sarf etmesine gerek bile yok, susturun müziği evli evine, köylü köyüne gider…Daha ne olsun ağabey?

Dünün Türkiye`sinde arkası olmamak başarısızlığın nedeni olarak gösterilirdi. Bugün ise değişik etnik kimlikten olmak, inançtan olmak, meşrepten olmak, mahalden olmak… Yoksunluğun nedeni olarak pazarlanıyor. Hiç olmazsa nedenleri tartışmak da bir ilerleme sayılmaz mı?

Dün hafiyeliğe lüzum yoktu. Öldürülen değerli bir vatan evladının katilini yüzbinlik kalabalıklar haykırır, zinde güçler uyanıklaştırılırdı. Doğru yanlış öcülere, ecinnilere küfreder, ferahlardık. Bugün her bir yurttaşımız birer Sherloke Holmes olmuş, elinde büyüteci ve gizli-açık kamerası ile iz sürmekte, Erman Toroğlu`nun yaptığı argo ifadeli maç yorumlarını beğenmemekte, kendi yorumunu kendi yapabilmektedir. Buna ilerleme denmez mi?

Dün bir tek kaynaktan bombardımanla zihnimiz iğdiş edilirdi ve biz bunun gardını alabilirdik; amma bugün pek çok kaynaktan bilgi kirliliğine maruz kaldığımız halde, kimin neyi niçin söylediğini bulmaca çözer gibi bir meşgale ile çözümlemeye çabalamak zorunda kalıyoruz. Düşünmeye itelenmek, düşünmenin uyku tutmaz ağırlığına gömülmek az ilerleme midir?

Dün.. ve bugün… Uzatabilirsiniz.

Fakat kısaltamazsınız.

Dolayısıyla güzel şeyler olmakta olduğunu görür ve benimle aynı yargıyı paylaşırsınız:

Gün be gün fikren, bedenen, sıhhen ve zihnen gelişiyoruz; yadsınamaz derecede büyük bir ilerleme var olduğunu görüyoruz. Elem tere fiş, kem gözlere şiş…

Yine şiire ve şairlere sığınıyoruz:

Bais-i şekva bize hüzn-i umumidir Kemal,
Kendi derdi gönlümün, Billah, gelmez yadına!

(Ey Kemal, olgun insan, sen çok iyi bilirsin ki, bizim için şikayet sebebi sadece toplumda ortak olan hüzün konularıdır. Yoksa, Allah`a yemin ederim ki, bundan başka kendi gönlümün derdini hatırıma getirmiş değilim!)

İşte iz, geliniz:

Toprak post, Allah dost!

Selam ve saygılarımla…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *