Münâfık hançeridir sînemizi hûn eden!

Türk Milleti ve Devleti, özellikle çok partili rejime geçişimizden îtibâren üç büyük münâfıklar kategorisinin ardı arkası kesilmeyen ihânetlerine mâruz kalmıştır: Atatürkçülüğün münâfıkları, Milliyetçiliğin münâfıkları, İslâmcılığın münâfıkları.
Bunlara bir de Marksizm temelinde oluşmuş-oluşturulmuş akımların, o hiç sevmediğim genelleme ile “sol” un münâfıklarını da eklemek mümkündür. Fakat Bülent Ecevit’in CHP Genel Başkanı olmasından sonra 1977 seçiminde %41’lik oy yüzdesine ulaşılarak 214 milletvekili çıkarılmasını istisnâî bir durum olarak ayrı tutarsak, “sol”, Türkiye’de çok güçlü bir toplum desteğini arkasına alarak tek başına iktidar olacak güce hiçbir zaman ulaşamamıştır. Elbette ki 1946 öncesinin tek partisi durumundaki CHP’nin sivil-asker-devlet bürokrasisi, basın ve üniversiteler nezdindeki kadro ve zihniyet egemenliği “sağ” iktidarlar döneminde de önemli ölçüde ağırlığını hissettirmiştir. Ne var ki ülkemizde çok partili demokrasi döneminde devleti yönetenler genellikle “sağ” tandanslı iktidarlar olmuştur.
“Sağ” tandanslı iktidarlar döneminin ‘sokaktaki adam gözüyle’ “muktedir” tipleri ise, genellikle işbu sözünü ettiğimiz üç kategorideki münâfıklar olagelmiştir.
‘Sokaktaki adam gözüyle’ diyorum; çünkü yaklaşık 75 yıldır gerek siyâset gerek ekonomi planında “muktedir” pozisyonunda görünenlerin asıl statüsü, özellikle NATO’ya girişimizden îtibâren Batı’lı güçlerin, özellikle ABD’nin irâdesine tâbi olmuş vaziyette, Türk Milleti’ne karşı efendilik taslayan hizmetkârlar statüsüdür. Onların tamâmını tanımlamak için ‘kompradorlar kadrosu’ tâbirini kullanmak pekâlâ mümkündür.
Hani, bir çiftliğin yakınından geçerken, görünüşü heybetli, iyi giyimli, önünde hizâya geçmiş ırgatlara karşı elindeki kırbacı dizinde şaklatarak konuşan, kimilerine hoş sözler ederken kimilerine bağırıp çağıran, hattâ hakâret ve küfürler eden birini görürsünüz. Onu çiftliğin ağası veyâ sâhibi zannedersiniz. Halbuki o gördüğünüz şahıs, o çiftliğin kâhyâsıdır. Irgatların nazarında “muktedir” durumdadır fakat son tahlilde bir hizmetkârdan ibârettir. Asıl görevi, bir kısmına irili ufaklı ayrıcalıklar sağladığı, “örtülü ödenekten ödemeler” yaptığı, toplu bir isyânı önlemek için onları kullanarak birbiriyle didişen farklı guruplara ayırdığı ırgatların hepsi üzerinde çiftlik ağasının ve dolayısıyle kendisinin otoritesini hâkim kılmaktır. Bâzı okuyucularımın nazarında bu benzetme birâz ağır kaçmış olabilir; fakat acı veren bir manzarayı resmetmek için sert fırça kullanmak gerekir.
Atatürkçülüğün, milliyetçiliğin ve İslâmcılığın münâfıkları tarafından topluma hitap ederken kullanılan sözlerin ‘sokaktaki adam’ tarafından algılanan anlamı ile kendi zihinlerinde taşıdığı anlam arasında büyük farklar hattâ zıtlıklar vardır.
Meselâ, “Ortadoğu’nun küçük Amerika’sı olacağız” sözü, ‘sokaktaki adam’ tarafından, “Amerika’nın seviyesine elbette çıkamayız, fakat bölgemizdeki ülkelere nisbetle imrenilecek bir zenginlik ve refâha ulaşacağız” diye algılanır. Halbuki o Atatürkçülük münâfığının zihninde bu sözün taşıdığı “reel politik” mesaj şudur: Türkiye’yi Amerika’nın ileri karakolu yapacağız, Amerikan paktının hayâtî menfaatlerini korumak için oluşturulan NATO’nun Ortadoğu’daki sınır jandarması olacağız!
“Milliyetçiyiiiiz!” diye nutuk atan nice siyâsetçilerin, profesörlerin, gazetecilerin bir kısmı zamanla anlaşıldı ki, aslında su katılmamış birer “Amerikan milliyetçisi” ve hatta bâzıları düpedüz CIA ajanıdır !
“İslâmcıyıııız!” diye nutuk atan nicelerinin aslında MI6’nın kullandığı bir İngiliz maşası, bir Vatikan misyoneri, bir Siyonist haham, hattâ düpedüz MOSSAD ajanı olduklarını da bakmak için değil görmek için kullanılan gözler görüyor!
“Sol” kimlikli bilinen münâfıklar ise son on yıldır gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında hepimizle alay edercesine yılışıp sırıtıyorlar!

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *