Önce etiketleri kazıyalım

Ülkede -yapılan resmî açıklamaları doğru kabul etmek zorunda olduğumuza göre- yüzde ellinin eşiğinde oy almayı başarmış bir tek parti iktidârı ve diğer yüzde ellinin oylarını temsil eden üç muhâlefet partisi var.
İktidar partisinin çıkardığı mebus sayısı 326, muhâlefet partilerine mensup mebus sayısı ise 224.
Her iki tarafın oy yüzdesi hemen hemen denk olmasına rağmen iktidar partisi muhâlefetin toplamından 12 değil, 42 değil, 72 de değil, tam 102 milletvekili fazla çıkarmış durumda.
Bu tablonun üzerine ilk bakışta göze güzel görünen, ilk duyuşta kulağa da hoş gelen “anayasal etiketler” yapıştırılmış: “Temsilde adâlet”, “yönetimde istikrar!”
Tablonun çerçevesine yapılan medyatik süslemeler de şirin mi şirin yâni… Neymiş efendim; “seçime katılma oranı çok yüksek olmuş da, böylece toplumun tamâmını temsil eden bir parlamento oluşmuş da, demokrasi işte böyle güzel bir şeymiş de… v.s., v.s.”
Bozuk düzenin saltanatını sürenlerin kokuşmuş artıklarıyla beslenen medya şarlatanlarının karşısına adam gibi bir adam çıkarılmıyor ki sorsun:
-Yâhu sen hangi temsilden, hangi adâletten bahsediyorsun? Bu memlekette bunca şehirleşmeye rağmen toplumun en büyük kesimini hâlâ köylüler oluşturuyor. Onların da büyük çoğunluğu artık okur-yazar oldu; onlar da az-çok gazete ve kitap okuyor, radyo dinliyor, televizyon izliyor. Peki, 30-40 köyün sâhibi toprak ağalarından başka köylüyü temsîlen tarlasından, bağından-bahçesinden çıkıp Meclis`e girebilmiş bir kaç kişi göstersene bana! Sen de bilirsin ki toplumun ikinci büyük kesimi işçi kesimidir. Peki, sendika ağalarından başka fabrikasından-atölyesinden çıkıp da Meclis`e girebilmiş kaç kişi tanıyorsun? “Meclis`in yüzde otuzbeşi köylü mü olsun” diyorsan, ben yüzde ona da râzıyım; hani nerde? “Meclis`in yüzde yirmibeşi işçi mi olsun” diyorsan, ben yüzde beşe de râzıyım; hani nerde? Sakın şimdi bana “Bir İşçi-Köylü Partisi kur da işçiden-köylüden ne kadar oy alabileceğini görelim” mugâlâtası yapma! Toplumun hiç değilse yüzde altmışı Meclis`de temsil edilmezken, siz ötelerde, çoook ötelerde birilerinin seçtikleri tarafından seçilmiş tiplerin sandıkta millete onaylatılmasına “demokrasi” demeye, yüzde elli oy almış bir partinin aynı oranda oy almış muhâlefet partilerinden 102 milletvekili fazla çıkarmasına “temsilde adâlet” demeye utanmıyor musunuz?
Ekranda bu sözlere ve sorulara muhatap olan şarlatanın ifâde edilen taş gibi katı gerçekler ve “utanmıyor musunuz” sorusu karşısında hiçbir utanma belirtisi göstermeyeceğinden, üstelik sırıtarak, “yönetimde istikrar ancak böyle sağlanabilir ve yönetebilen demokrasi ancak böyle oluşturulabilir” diyeceğinden emin olabilirsiniz.
Eğer, “Öyle davranabilmesi için bir kişinin ar damarının çatlamış olması gerekir” diye düşünüyorsanız, lütfen öyle düşünmeyin.
O tiplerin ar damarı çatlamaz, çatlayamaz; çünkü onlarda ar damarı yoktur!
Minicik de olsa, kısacık da olsa “ar damarı” olan biri, ekmeğini yediği devletin bir kurumunu dolandırdığı için hakkında kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunmasına rağmen, ekranlarda boy gösterip sırıta sırıta proğram yapmaya, sana-bana demokrasi dersi vermeye, hattâ “siyasal etik” üzerine nutuklar atmaya devam edebilir mi?!
“Ar damarı” olan biri, bir zamanlar milliyetçi-ülkücü teorisyen pozlarına girip `rehber` olma iddiasıyla kitaplar yazan kendisi değilmiş gibi, liberal-kapitalizmin ve küresel sermâyenin sözcülüğüne soyunabilir, milliyetçi-ülkücülere “şovenler-ırkçılar” diye saldırıp hakâret edebilir mi?
Örnekleri çoğaltmak mümkün fakat gereksiz.
Üzerinde “Yönetimde istikrar” ibâresini taşıyan etiketi de -kısmetse- gelecek hafta kazıyalım isterseniz…

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *