Paşa İmajı Üzerine

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu merhum Mustafa Kemal Atatürk, İstiklâl Savaşı’nı başlatan, yürüten ve nihâyet zafere ulaştıran Başkomutandı; milletin “Gâzi Paşa”sı idi. “Paşa” unvanının kullanılmasının sonradan çıkarılan bir kânunla yasaklanmış olması, milletimizin O’nu hep “Gâzi Paşa” diye anmasını önleyemedi.

O’nun liderliğinin Türk Milleti’nin mâşerî vicdânındaki has ismi hâline gelen “Gâzi Paşa” unvanı, denebilir ki kazanmış olduğu bütün resmî sıfatlardan öncelikliydi. Öyle ki bugün bile, “TBMM Başkanlığı” yahut “Cumhurbaşkanlığı” makâmı söz konusu olduğunda akla birçok isim gelebilir; fakat “Gâzi Paşa” dendiğinde akla gelen “tek adam” O’dur.

Mâlûmdur ki, ordusuna verdiği değer bakımından Türk Milleti ile mukâyese edilebilecek ikinci bir millet yoktur ve herhalde “ordu millet” olarak anılan ikinci bir millet de yoktur. Tabiatiyle, “paşa”/general rütbesine yükselebilmiş evlâtları, bu millet nazarında olağanüstü derecede şeref, îtibar ve haysiyet sâhibidirler.

Milletimizin kollektif şuurunda öyle bir imaj oluşmuştur ki, “Paşa”, son derece geniş bilgiye, son derece yüksek kültüre ve ahlâka sâhiptir, son derece îtimâda lâyıktır, son derece çalışkan, dikkatli/uyanık, son derece cesurdur; Atatürk inkılâplarını, O’nun millî, bağımsız, üniter nitelikli bir Türk Devleti olarak kurduğu Türkiye Cumhûriyeti’ni ülkesi ve milletiyle bölünmez/bölünemez bir bütün hâlinde muhâfaza ve müdâfaa etmeye son derece kararlıdır, emrindeki orduyu savaşa hazırlamayı da, günlük siyâsetin dışında tutmayı da, milletin ve devletin hayâtî/yüksek menfaatleri gerektirdiğinde “durumdan vazîfe çıkararak” gidişâta müdâhale etmeyi de bilir, tehlikelere karşı tedbirli ve temkinli fakat hiçbir zaman fevrî düşünüp yanlış davranmayacak kadar mûtedil ve sâkindir, hem dinamik bir rûhu vardır hem bir muvâzene/=denge adamıdır.

Cumhûriyet târihinde yetişen generallerimizin –ve genel olarak subaylarımızın – büyük ekseriyeti bu imajı doğrulayan düşünüş, tutum ve davranışlar içinde oldular. Fakat 1952’de NATO’ya girişimizden ve özellikle 1980 müdâhalesinden bugüne kadar geçen zaman zarfında, bu ‘imaj’, gittikçe artan bir ivme ile ne yazık ki büyük ölçüde zedelendi!

Fildişi kulesinde okuyup yazmakla yetinmeyip halkın içinde yaşayan, bugüne kadar sâdece ülkücülük çizgisinde yaşamasına rağmen, farklı siyâsî görüşlere sâhip fakat hepsi vatansever olan insanlarla diyalog ve dostlukları bulunan bir kişi olarak, en azından benim tesbitim o yöndedir.

Söz konusu ‘imaj’ın zedelenmesinde, “Ordu Türkiye’de demokrasinin yerleşmesine en büyük engeldir” propagandası yapan, “Millî Güvenlik Kurulu’nun (MGK’nın) yetkisi ve etkisi daraltılmalıdır”, “MGK’daki asker sayısı azaltılmalıdır”, hattâ “MGK tamâmen lâğvedilmelidir” gibi hezeyanlar savurabilen ahmak gâfillerle hin oğlu hin hâinlerin büyük etkisi oldu; fakat bâzı generallerimizin de olumsuz bir rol oynadıkları inkâr edilemez.

Meselâ, Genelkumay Başkanlığından emekliye ayrılıp izzetü ikbâl ile bâbı hükûmetten çekilmiş iken,“ABD vatandaşı olduğu” husûsunda yaygın iddialar bulunan ve servetinin ağırlıklı kısmını orada tuttuğu bilinen bir bayan profesörün liderliği tahtında “parlamenter” olmak, hiç değilse benim açımdan tasvip edilemez…

Meselâ ABD’nin eski başkanları, hattâ dışişleri bakanları veya danışmanları görevden ayrıldıktan sonra da devleti için çalışmaya devam eder, kitaplar yazar, devletler arası ihtilâfların ABD menfaatleri doğrultusunda çözülmesini temin için binlerce kilometre uzak diyarlara gidip “arabuluculuk”(!) yaparken, benim yaşı yetmişi aşmış generalim “nü resimler” yapıp onları teşhir ve pazarlamakla ömür tüketmeye çalışırsa, o “imaj” elbette zedelenir…

Meselâ, gerçekten kinetik enerjiye dönüşebilecek güçlü, donanımlı bir potansiyel tehlike varmış gibi, üniversite öğrencisi türbanlı kızlarımıza karşı ‘kararlı ordu’ tavrı sergilenirken, kızlarımızı ve genelde kadınlarımızı birer orta malı hâline getirmek için aşırı derecede çıplaklığı teşvik edenlere, sâhip oldukları gazete sayfalarını, televizyon ekranlarını âdetâ birer genelev vitrini yahut odası hâline getirenlere çıt çıkarılmazsa, o “imaj” elbette zedelenir.

Emeklilik sonrası holding danışmanlıkları da en azından hoş değil…

Daha sayalım mı?

………………………………………

Sekiz sene önce haftalık olarak yayımlanan Kurultay Gazetesi’ndeki köşemde büyük Türk Milleti’nin bir evlâdı olarak ve içim sızlayarak bu değerlendirmeyi yapmış idim.

Son yıllarda o “paşa imajı”nın düşürüldüğü durum karşısında düşünüyorum da, “Bana paşa demeyin” diyenlere hak veriyorum.

Evet, siz paşa değilsiniz, sâdece generalsiniz!

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *