“Süper” Olmanın Sırrı

Kelimenin aslı, Latincede “üstünde” anlamına gelen “super.”

Gerektiğinde bazı kelimelerin önünde aynı anlamı veren bir ön ek, gerektiğinde “üstün” yahut “en üstün” anlamında sıfat olarak kullanılabilen, birçok milletin lîsanında kendisine yer bulabilmiş, eskilerin tâbiriyle ‘ismiyle müsemma’ bir kelime. Dilimizdeki ses uyumu kuralının bir sonucu olarak biz onu ‘süper’ şeklinde yazıyor ve telâffuz ediyoruz.

“Süper kalite”, “süper star” gibi ifadeler, en az yüzde yetmişi Batı dünyasının hem kültür hem siyaset alanında kâh gönüllü kâh maaşlı misyonerliğine soyunmuş, kendilerince “süper” medyamızın bizce “süper” soytarıları sayesinde ve tabii bir kısım politikacı, akademisyen ve sözüm ona “yüksek bürokrasi” mensuplarının da “süper” katkıları ile iyice dilimize yerleşti.

Üstelik bu ifadeler, çoğu zaman biraz ishal olmuş ve epeyce sıkışmış kişinin boşalırken çıkardığı patırtıyı andıran bateri gürültüsü eşliğinde birtakım laflar gevelenerek üretilip insanlarımıza adeta “dinle işte ulan” diye dayatılan iğrenç “müzik ürünleri”, sözde “psikolojik-sosyal içerikli” pespaye filmler ve kişilikleri, yaşantıları itibariyle aslında toplumun bağırsak malzemeleri durumunda bulunan “sanatçı” etiketli tipler için kullanılıyor.

Öyle ki, artık soytarılar medyasının gazete sayfalarındaki ve televizyon ekranlarındaki yazılarda, programlarda ‘üstün’ nitelik aramak, neredeyse “süper” bir aptallıktır. Zaten nadiren yetişen ‘müstesna sanatkârlar’ın da daha önceden kazandıklarıyla yetinip köşelerine çekilmekten yahut o soytarılar güruhunun emrivakilerine razı olmaktan başka çareleri kalmamıştır; çünkü başka türlü sayfalarda, ekranlarda yer alabilmeleri mümkün değildir.

Bu bir hayli uzun sayılacak girişten sonra şimdi gelelim “süper” kelimesinin sizin zihninizde de uyandırmış olması gereken “süper derecede” netameli soruya:

“SÜPER DEVLET” OLMANIN SIRRI NEDİR?

Geniş ve zengin coğrafya mı? En az çeyrek milyar nüfus mu? Büyük çoğunluğu iyi eğitilmiş, bilgi ve kültür seviyesi yüksek toplum mu? Sayıları onbinlerle, yüzbinlerle ifade edilen akademisyen kadrosu mu? Son teknolojiyle üretilmiş silahlara sahip devasa bir ordu mu? Samanyolu’nun dünya ötesi gezegenleri-yıldızları arasında keşif uçuşları yapan uzay araçlarını üretecek kadar gelişmiş bir sanayi mi?

Hayır!

Bunların birine yahut birkaçına ve hattâ hepsine sahip olan devlet, yerine göre ‘gelişmiş’, ‘güçlü’, ‘büyük’ gibi sıfatları kazanabilir fakat zamanımızın siyasî literatüründe kastedildiği şekilde “erişilemez, eleştirilemez, yan bakılamaz” anlamına da gelecek derecede “süper devlet” olamaz.

Bir büyük devleti bu anlamda “süper devlet” yapan, sahip olduğu kuvvet ve imkânlardan ziyade, kendi sınırlarının dışındaki -şayet görünüşlerine aldanırsanız adam zannedeceğiniz- finoları ve buldoglarıdır.

Finoların işi, kendilerini bakıp besleyen efendilerinin menfaat ve isteklerine uygun ‘senkronize’ sesler çıkarmak üzere “hev hev” koroları oluşturup ‘politik’, ‘akademik’ ve dahi ‘medyatik’ şirinlikler, şaklabanlıklar sergilemek, içeriğini efendilerinin belirlediği söylemlerle yahut muhtevasını efendilerinin tayin ettiği vaazlarla kamuoyu oluşturmaktır.

Mesela, tasmasında “Libo” yazan finonun özgürlükten kastettiği, senin benim insani hürriyetimiz değil ona o tasmayı takmış olan efendisinin istediği zaman istediği yerde istediği her şeyi alıp satabilmesi, istediği her şeyi yapabilmesidir.

Mesela, tasmasında “Şeyho” yazan fino, önünde el bağlayıp diz çökerek kendisini huşû içinde dinleyen çoğu samimi, saf ve cahil insanlara vaaz verirken hiç kimsenin itiraz edemeyeceği dînî hakikatleri anlattıktan sonra verdiği vaazın asıl amacını oluşturan mugalataya sıra gelir: Allâhü Teâlâ’nın her devir için bir nazım kuvvet tayin ettiğini, bu nazım kuvvetin bir devirde Roma, bir devirde Osmanlı, bir devirde İngiltere, bu devirde ise kendisini himaye eden okyanus ötesindeki “süper devlet” olduğunu söyler.

Finolarla ilgili daha çok misal verilebilirse de bu kadarı herhalde yeterlidir. Tabii her finonun hayalinde sadakatle hizmeti karşılığında bol yağlı-bol etli kemiklerle beslenip günün birinde buldoglar kadar güçlü olmak vardır fakat bunu başarabilenlerin sayısı çok azdır.

Buldogların görevi ise, efendilerinin “saldır” komutunu duyar duymaz ‘acaba efendim haklı mı, karşımdaki gerçekten bir haksızlık yaptı mı, bir suç işledi mi” sorusunu kendi kendine bile sormaktan aciz mahlûklar olarak tabiatının icabını ifa etmek, korku verici “hav hav” sesleri çıkararak gösterilen hedefe saldırmaktır yahut hiç ses çıkarmadan arkadan yaklaşıp ansızın onu ısırmaktır.

Buldogların bazı zamanlarda birbirleriyle dalaştıklarını da görürsünüz. Bu, bazen ciddi bir sen-ben kavgası olur, bazen danışıklı dövüş. Hem biri-birlerini hırpalarlar, hem görünüşlerine, konuşmalarına bakarak onları adam zanneden, onlara güvenen, onların emirlerini yerine getiren, verilen görevi yapmaktan, milletine, devletine ve ülkesine hizmet etmekten başka hiçbir suçu (!) olmayan ve suretiyle de sîretiyle de adam olanların canını yakarlar, yaktırırlar!

Onların yüzünden millet günden güne biraz daha harap ve bitap düşerken, ötelerde birileri “biz süper devletiz” diye kasılmaya devam ederler.

Varsın benim ifade gücüm “süper” olmasın; eminim ki siz “süper” anlama kabiliyetine sahipsiniz!

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *