Uyursan, Uyutulursan Ölürsün!

1993 yılının karlı bir kış ayında Komutan Kaya Oruzoğlu planlanandan bir gün önce Güneydoğu’daki görevlendirildiği hudut karakoluna varmış ve tam bir ani denetimle askerlerin eksikliklerini görerek onlara içtima anında en sert tembihlerini yapmaktadır:
-Uyursanız ölürsünüz! Sen uyursan arkadaşların da ölür! Arkadaşın ölmesin diye gereğinde sen öleceksin ama uyuduğun için arkadaşının ölmesine sebep olmayacaksın! Nöbetinde uyuyanı görürsem, yemin ediyorum, onu kendim vurur, yukarıya da eğitim zayiatı diye rapor ederim! Ben sizin annenizin, kardeşinizin, babanızın üzülmesini istemiyorum. Televizyonlarda sadece 45 saniyelik görüntülerle adınızdan bahsettirip şehit olduğunuz haberlerine konu olmayasınız diye buradayım. Size erken kavuşayım diye geliş yolunda hayatıma anlam katan arkadaşım Orhan’ı şehit verdim. İlk ve son defa uykuda yakaladığım bu arkadaşınızı affediyorum!

Karşılarında telsiz haberleşmelerinin içine girebilecek kadar teknik donanıma sahip bir PKK timi ile onu yöneten Doktor lakaplı bir terörist elebaşısı vardır. Her yer taştan ibaret… Karakoldaki ressam asker bile çiçek, kelebek ve ağaç çizmeyi unutacak hale gelmiş. Askerlerin rüyaları ve hayalleri dar bir cendereye sıkışmış, şehadet ihtimalleri, yavukluların vazgeçmesi korkuları, organ bağışlamanın uygun olup olmayacağı karasızlıkları şuur altlarını doldurmaktadır.

Yakınlarda bir yerlerde saklanmış olan üsteğmen Orhan’ın katili teröristleri bulmak, karakoldaki kendilerine zarar vermeye kalkışmalarından önce onları etkisiz hale getirmek ve bunun için de risk alıcı arama tarama operasyonlarına başvurmak zorundadırlar.

Böyle bir operasyonda çıkan çatışmada Doktor’un sağ kolu olan kadın yaralı ele geçer. Kaya yüzbaşı onu karakola getirttirir, kanamasını durdurur, ağzından Doktor’un saklandığı yeri öğrenmek ister fakat başaramaz. Buna rağmen bütün intikam duygularını bastırarak terörist kadının tedavisi için karargahtan helikopter gönderilmesini ister.

Askerlerin her birinin ayrı bir hikayesi vardır. İçlerinde Kürtçe türkü söyleyen Ağrılı bir delikanlı da vardır. Birbirlerinin her derdine ortak olan bir bütünlük sergileyecek kıvama gelmişlerdir. Komutanlarıyla özdeşleşmiş, komutanları onlarla hemhal olmuştur.

Kaya Yüzbaşı, zaman zaman notlar yazmakta, askerlerinin sorularına verdiği cevaplarla durumu tahlil etmeye , onlara açıklamaya çalışmaktadır:

-Hiçbir savaş sonsuza kadar sürmez. Her savaş bir gün biter. Ya iki taraf birden hatasını anlar, ya da bir taraf pes eder. Ama bir şekilde bu iş biter, ancak böyle sürmez!…

Dağın tepe başında eskiyen albayrak dikilir, yenilenir; Atatürk büstü temizlenir. Karakol çatısındaki iri harfli yazılar teröristlere mesaj vermeye devam eder:

‘’GÜÇLÜYÜZ-CESURUZ-HAZIRIZ! NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!’’

Bir beklenen gece gelir, karakol ağır silahlarla hedefe alınır, saatlerce kanlı müsademe devam eder. Her yandan kuşatılan ve ateş altına alınan karakolun içine kadar giren Doktor, kendi hasmı Kaya Yüzbaşı’yı şehit ederken onun son kurşunuyla da cansız yere düşer.

Bu pasajlar vizyondaki ‘’Nefes-Vatan Sağ Olsun!’’ filminden hafızalara kazınan sahnelerdendir.

Türkiye, ne olduğu, nereye varacağı pek belli olmayan bir açılımı tartışma ortamına girerken benzer filmleri de daha çok göreceğimiz anlaşılıyor.

Ama ‘’Kürtçe’’ konuşmak gibi basit bir sebeple bu olaylar zincirinin devam ettiğini zannedecek kadar saf olmamak lazımdır.

Evet, millet yorulmuş, yordurulmuştur. Eşkıya bezmiş, bezdirilmiştir. Kimse bu ortamı eşkiyanın yeniden derin bir nefes alması adına kullanılacak saflıkla değerlendirmeye kalkışmamalıdır.

Elbette dağa çıkışlar azaltılmalı, önlenmeli; dağdan inişler vicdanları kanatmayacak bir adalet unsuruna dayanmalı, dayatılmalıdır. Yoksa ayaklanmayı kışkırtmaktan, yeni yeni denemeleri sahneye koymanın yolunu açmaktan başka bir iş yapılmamış olur.

Son söz: Ey Türk, titre ve kendine dön! Olayları doğru anlayamayacak kadar aymazlaşırsan, uyutulur ve uyursan mutlak ölürsün! İnsanca nefes almanın şükrü erkekçe nefes vermekten ibarettir. Dağlardaki yavru kurtlarımız olmaksızın ne oralarda, ne buralarda onlarsız nefes alamayız, onları hatırlamaksızın nefes almaya kalkışmamalıyız…

Selam ve saygılarımla…

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *