12 Eylül sonrası MHP

Askerî müdâhale, Türkiye Cumhûriyeti târihinin kanlı bir dönemini sona erdirmişti. Toplumun her kesimi gibi ülkücü câmia da müdâhaleyi ilk anda memnûniyetle ve hattâ minnetle karşılamıştı. Günden güne keskinleşen ideolojik kutuplaşma ülkeyi bir iç savaşın eşiğine getirmişti. Her gün en az on kişinin öldürüldüğü ülkemizin bâzı şehirlerinde yabancı istihbârat örgütlerinin kullandığı elemanların kışkırtmalarıyla mezhep çatışmaları da yoğunlaşmaya başlamıştı. 1968 olaylarının başlamasından müdâhalenin yapıldığı târihe kadar geçen zaman zarfında, çoğu genç olmak üzere 5500 civarında vatandaşımız canından olmuştu ve bunların 3500 kadarı ülkücü şehitlerdi.
Müdâhaleyi yapan cunta, günler, haftalar geçtikçe gerçek niyetini göstermeye başlamıştı. Bütün partiler ve meclis kapatılmış, her türlü siyâsî faaliyet yasaklanmıştı. Dahası, 1961 anayasası tamâmen lağvedilmiş, her görüşten binlerce insan işkencelerden geçirilerek hapse atılmış, üstelik bunların bir kısmı anayasayı cebren tebdil, tağyir ve ilgâya teşebbüs suçundan yargılanıp hüküm giydirilmiş, “hem sağdan-hem soldan olsun” denilerek gencecik insanlar îdam edilmişti.
“Sol” kesimden derdest edilen insan sayısı, evet daha fazlaydı fakat cunta, sâhip olduğu devlet gücünü partiler arasında en fazla MHP’ye karşı acımasızca kullandı. Diğer partilerin genel başkanları kısa bir süre misâfir edilip bırakıldıkları halde, MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş yaklaşık 5 yıl hapiste tutuldu. Bu arada, teşkilatsız, dolayısıyla disiplinsiz, kontrolsüz kalan, MHP’li kimliğiyle tanınmış gençlerin küçük bir kısmı özellikle 1983’de Turgut Özal’ın Başbakan olmasından sonra uygulamaya konan şeytânî bir planla mafya faaliyetlerine bulaştırıldı, toplum nazarında bütün MHP’lileri karalamak ve suçlu göstermek amacıyla gazete sayfalarında hemen her gün “ülkücü mafya” haberleri verilmeye başlandı.
Alparslan Türkeş beş yıllık tutukluluktan kurtulup dışarı çıktığında, ülkücü câmia hayli perîşan bir durumda idi. Kendisi içerdeyken 1983’de kurulan Muhâfazakâr Parti hiç toparlayıcı olamamış, bu partini adının 1985’de Milliyetçi Çalışma Partisi olarak değiştirilmesi de beklenen dinamizmi sağlayamamıştı. Ancak 1987 yılında yapılan referandumla eski liderlerin siyâset yapma hakkının geri verilmesi ve Alparslan Türkeş’in yeniden Genel Başkan olmasından sonra ülkücülerin büyük ölçüde toparlanması mümkün olabilmişti. Şu var ki 12 Eylül hukukunun çok yönlü teşkilatlanma konusunda partilere getirdiği sınırlamalar, MHP için günümüzde bile varlığını sürdüren önemli bir handikap teşkil etmekteydi.
MHP, ancak 1991 seçimlerinde RP ve IDP ile uzlaşarak ve 19 milletvekilliği kazanarak parlamentoya girebildi. Ne var ki bu sayıdaki MHP gurubunun bir sonraki seçimde alabileceği neticeden ürküntüye kapılanlar, merhum Muhsin Yazıcıoğlu liderliğindeki bir gurubu ayrılmaya iknâ ederek partinin bölünmesini sağladılar.
Bu bölünmüşlüğün getirdiği zaafiyet ve özellikle ayrılanlar tarafından topluma MHP’nin artık İslâmî duyarlılığının kalmadığı propagandasının yapılması, 1995 seçimlerinde MHP’nin 2 puan eksikle seçim barajına takılıp Meclis dışında kalmasına yol açtı. Başbuğ Türkeş, bu durumdan her ne kadar belli etmemeye çalışsa da son derece müteessir olmuştu; çelik gibi sağlam irâdesiyle milliyetçi hareketi iktidara taşıma mücâdelesini gece-gündüz çalışarak ancak 80 yaşına kadar sürdürebildi, l997 yılının 4 Nisan günü rahmet-i Rahmân’a kavuştu.
Başbuğ Türkeş sonrasındaki Genel Başkan Devlet Bahçeli dönemini isterseniz ayrı bir yazı konusu yapalım…

Muhsin Küçük hakkında 110 makale
Av.Muhsin Küçük

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*


Lütfen görselin sonucu giriniz *